Pazartesi de seni sevmiyor belki?

En sevdiğim gün pazartesi. Bu her zaman böyle olmadı elbette. Bundan birkaç yıl önce hala sevdiğim işi yapmaya cesaretim yokken ve ay sonunda gelecek maaşın verdiği güven duygusuna ihtiyacım varken pazartesi günleri benim kabusumdu.


Yaşıtlarım muhtemelen Bizimkiler dizisini ve “Pazar Gecesi Sinemasını” hatırlar. Her ikisini de merakla beklerdir ancak bunlar bir yandan da ertesi günün Pazartesi olduğunu hatırlatırdı.
Okul bitti, iş hayatına başladım ve çok az şeyin değiştiğini gördüm. Yine hafta sonlarını iple çekiyordum, yine pazar geceleri, ertesi günün geleceğini bilmenin ağırlığıyla garip bir depresif ruh hali içerisinde geçerdi.
İşe gitmeme engel olabilecek bir mucize, bir hastalık veya yoğun kar yağışı dilediğimi hatırlıyorum. Evet, ben de pazartesi günlerinden nefret ediyordum.
Yaklaşık 10 yılım böyle geçti. Pazartesi günü en kötü, Cuma ise haftanın en güzel günüydü.
Geçen hafta fark ettim ki durum tam tersine dönmüş ve pazartesi gününü iple çeker olmuşum.
Şu aşamada sizlere uzun uzun insanın sevdiği işi yapmasının ne kadar önemli olduğunu anlatabilirdim ama sanıyorum 3 noktada toparlayabilirim.

Sevdiğiniz işi yapın.
Gerçekten sevdiğiniz bir alanda çalışın. Bunu sadece kişisel tatmin açısından söylemiyorum. Sevdiğiniz işi yapmak sizi daha verimli ve yaratıcı yapıyor. Günlerim, mesaiyi bitirip eve gitmeye odaklanmak yerine işimi daha iyi yapmanın, müşteriye daha fazla fayda sunmanın yollarını aramakla geçiyor. Belki ben bir çeşit garip "Polyannavari" hastalığın pençesindeyim ancak bu beni şu ana kadar yaptığım her şeyden daha çok mutlu ediyor.

Pazartesinin bir suçu yok.
Haftanın ilk gününün bir suçu olmayabilir. Belki bir önceki haftadan tamamlamadığınız bir iş (hazırlamadığınız bir rapor, almadığınız bir toplantı, çözmediğiniz bir müşteri şikayeti) sizi strese sokuyor olabilir. Cuma günü ofisten ayrılmadan önce yarım kalan işlerinizi tamamlamaya zaman harcamak, gerekiyorsa Cumartesi günü ofise gelip birkaç saat çalışmak, sizi Pazartesi gününün stresinden kurtarabilir. Pazartesi gününü planlamanın da stresinizi azaltabileceğini unutmayın.

Misyon edinin.
Kuruluşunuzda bir ISO belgesi varsa veya patronun “web sayfası yapar” dediği yeğeni internet sayfanıza el attıysa, bir ihtimal “misyonumuz” ve “vizyonumuz” başlıkları altında “en kaliteliyi en ucuza en hızlı şekilde üretmek” tadında ütopik söylemler olabilir. Misyon sadece şirketlerle ilgili bir konu değildir. Kişisel olarak da yeryüzünde geçireceğiniz kısa süreyi daha anlamlı ve verimli kılmak için kendinize seçebileceğiniz bir görev olabilir. Bu, illa her şeyi bırakıp Bangladeş’in bişibişi köyünde açlıktan ölen çocuklara yardım etmek olmak zorunda değil. Çalıştığınız kuruluş bünyesinde de ve yaptığınız işle ilgili de pekala görevler seçebilirsiniz. LinkedIn’de görmüşsünüzdür belki; iki duvar ustası varmış. Birisinin işçiliği vasat, diğerininki çok iyiymiş. İşçiliği vasat olana “sen ne yapıyorsun?” diye sormuşlar “duvar inşaa ediyorum” demiş. İşçiliği iyi olana sorduklarında ise “bir katedral inşaa ediyorum” cevabını almışlar. Yaptığınız iş her ne ise, o konuda dünyanın en iyi olmamanız için hiçbir neden yok.
Her şeye rağmen olmadıysa da işinizi, şehrinizi, her şeyi değiştirin. Gerekirse tekrar değiştirin, mutlu olana kadar değiştirin.

Comments

Popular posts from this blog

Sadece Hayal Kurmak Sizi Bir Yere Götürmez

Sizden Batman Olur muydu?

Bana Anlatma Kardeşim!